23 Şubat 2011 Çarşamba

Borç batağının ötesinde: Atletico Madrid


İspanya'da en sevdiğim sistemlerden biri kulüplerin dernekleşmesi. Basit olarak açıklamak gerekirse her ay sonunda kulüp başkanı ve yöneticiler bu derneğin belirlediği jürinin önünde hem mâli, hem de sportif durumun özetini geçip, bu jüriye bir nevi hesap vermek zorundalar. Derneğin jürisi içerisinde de en az iki tane taraftar sorumlusu bulunuyor olması da işe güzel bir renk katıyor. Bir nevi taraftarlar her ay sonunda yönetimden hesap sorabiliyor diyebiliriz. Örneğin Türkiye'de başkanlar her ay sonunda olağan mâli kongrede divan üyelerinin karşısına çıkıp konuşuyorlar, ancak başkanlık seçimi dışındaki kongrelere katılım ne kadar oluyor ya da gidenler başkana ne ölçüde hesap sorabiliyor bilmiyorum. Tahminimce bu kongreler bir nevi kulüp başkanının kişisel talk show'u şeklinde geçiyor ve kulübün borçları, takımın durumu bir anda uçup gidiyor.

Atletico Madrid'in derneğinin adı Señales de Humo. Başkan Enrique Cerezo ve yönetim geçtiğimiz hafta jürinin karşısına çıkıp rapor verdi. Atletico Madrid, Cerezo'nun başkanlığa geldiği 2002 senesinden beri düzenli olarak her yıl ortalama 52 milyon euro zarar etmiş. Atletico Madrid tarihinin en başarılı sezonu olan 2009-2010'un ardından bu sene kulüp zirve yaptı ve bu sezonun borç miktarı 120 milyon euro'yu şimdiden geçti. Bu seneyle birlikte Atletico Madrid'in toplam dış borcu ise 782 milyon euro'ya ulaşmış oldu.

Geçen seneye kadar sportif anlamda elde edilen başarılar derneğin yaptırım gücünü azaltıyordu. Ancak 2011 senesinde Atletico Madrid'in sadece iki maç kazanabilmesi, hem Avrupa kupalarından hem de Kral Kupası'ndan elenmiş olması, ligde de dokuzuncu sıraya kadar gerilemiş olması derneğin elini güçlendirdi. Dernek başkanı Jose Luis Ayuso, kulübün bütün oyuncuları satması halinde bile 300 milyon Euro'dan fazla gelir sağlayamayacağını ve kulübün acilen satılması gerektiğini açıkladı. Aslında "borç batağındaki UEFA kupası şampiyonu" senaryosunu daha önceden okumuş olan bir ülkede yaşadığımız için bu durum çok da absürt değil bizim için.

Ocak ayı transfer döneminde İspanyol takımları toplamda 32.6 milyon euro'luk alışveriş yapmış. Atletico Madrid 11.2 milyon euro ile en çok para harcayan kulüp. Kadroya Osasuna'dan katılan Juanfran ve Corinthians'dan gelen Elias'ın takıma katkısı şimdiye kadar Simao'nun yarısı kadar bile olamayınca doğal olarak bu transferlerde sorgulanmaya başladı. Taraftar tabi her şeyin farkında. Enrique Cerezo aslında bir önceki başkan Jesus Gil'in yardımcısı. Gil 2002'de vefat edince, tarihinde ilk kez ikinci lige düşen kulübün başına yardımcısı Cerezo gelmişti. Taraftar bu haftaki Sevilla maçında büyük bir protestoya hazırlanıyor. Teknik direktör Quique Sanchez Flores'e sahip çıkan taraftarlar, Cerezo'nun istifasını isteyecek. Olur ya da olmaz orası meçhul ama olası bir Cerezo istifasının ardından enkazı devralabilecek tek bir isim var, o da Jose Luis Ayuso.


Ayuso başkan olursa, yardımcısı da sakalları olacakmış.

21 Şubat 2011 Pazartesi

Fabio Capello röportajı


Marca gazetesinde 19 Şubat'ta yayınlanan Fabio Capello röportajını tercüme ettim. Eduardo Inda ve Roberto Gómez imzalı röportajda doğal olarak La Liga, Jose Mourinho ve Real Madrid konuşuluyor. Real Madrid'i en son şampiyon yapan teknik direktörlerden biri olan Capello, Barcelona'nın neden daha avantajlı olduğunu ve Mourinho'nun Real'i nasıl mutlu sona ulaştırabileceğini anlatıyor:

Ya Capello'yla, ya da Capello'suz? Aynı İspanya'da olduğu gibi bu müthiş futbol figürü, futbolun icat edildiği topraklarda da çok tartışılıyor. İngiltere'ye ayak basar basmaz bu baskın karakterin medyada ne kadar popüler olduğuna tanık oluyoruz. Röportajı yapacağımız otelde, buluşma noktasından lobiye kadar yürürken, bizden bir adım önde ve kararlı adımlarla ilerliyor, sanırım "doğuştan lider" dedikleri de bu olsa gerek! Röportaj başlamamasına rağmen doğal olarak aramızda futbol muhabbeti açılıyor. Pepe'nin Real Madrid'le sezon sonu sözleşmesinin bitecek olması ve henüz Real'in kendisine yeni bir kontrat önermemiş olmasını konuşuyoruz. "Yazık" diyor içten bir sesle. "Madrid onun hayatında en önemli yer. Gerçekten yazık"


Konu Real Madrid'e gelince biz de elimizdeki ses kayıt cihazlarında REC tuşuna basıyoruz ve röportaj "resmi olarak" başlamış oluyor:


Fabio Capello bu sezon Real Madrid'in şampiyon olabileceğine inanıyor mu?

Şampiyonluk yarışının bu sezon son haftaya kadar devam edeceğine inanıyorum. Barcelona kadro kalitesi açısından fazla iyi, ancak yedek kulübesindeki teknik kadronun Real Madrid'e bir avantaj sağladığını düşünüyorum. İki takım da son haftaya kadar bu yarışı bırakmaz.

Real Madrid'in geçen sezona göre Guardiola'nın takımıyla daha fazla mücadele edebilecek bir görüntüsü var bu sezon. Sizce de öyle değil mi?

Tabi ki öyle. Mourinho üç kulvarda da şampiyon olabilecek bir takım kurmaya çalıştı. Kral Kupası, Şampiyonlar Ligi ve Lig'de hala yarışın içinde olmaları zaten bunun kanıtı.

Sizce Barcelona şu sıralar nasıl gidiyor?

Tek kelimeyle mükemmel. Sanki sahada yapılan bütün hareketler bir şekilde beyinlerine asimile olmuş. Oyunun ritmini kendileri belirliyorlar. Bunu yapmak kolay değildir.

Peki Real Madrid?

Takımın hala yapılanma aşamasında olduğunu hissedebiliyorum. Mourinho takımın üzerinde çok çalışıyor. Farklı taktikler deniyor. Her geçen maç daha iyiye gittiklerini söyleyebilirim.

Messi'nin oyunculuğu hakkında neler düşünüyorsunuz?

O bir futbol dahisi. Aksini söyleyen ya bu işten anlamıyordur ya da onu sevmiyordur. Ben çok seviyorum.

Peki Cristiano Ronaldo?

Onlar çok farklılar. Sürekli karşılaştırılmalarına anlam veremiyorum. Ronaldo daha fiziğe dayalı oynuyor. Daha kuvvetli ve daha yetenekli. Üstelik sağ ve sol kanatta da oynayabiliyor. Birlikte oynarlarsa kakaolu süt gibi muhteşem bir karışım olur.

Madem ikisi de kaliteli, İngiltere milli takımına birini seçme şansınız olsa hangisini seçerdiniz?

(Gülüyor) Seçmek imkansız! Sanırım ikisinden biri takımında olsa bu müthiş olurdu. Ya da ikisi de! Ama bu imkansız.


Jose Mourinho'nun şimdiye kadar olan performansını tecrübeli bir teknik direktör gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

Muhteşem bir iş çıkarıyor. Şu ana kadar birçok kupa kazandı ve çok tecrübe edindi, bu gerçekten takdir edilesi. Futbolda en önemli unsurun kazanmak olduğunu biliyor. Ne kadar güzel futbol oynatmaya çalışırsanız çalışın sene sonunda müzeye bir katkınız olmuyorsa insanlar sizi eleştirmeye başlar. Mourinho bir şampiyon, üstelik farklı kulvarlarda başarılı olmuş bir şampiyon. Şu lafı söyleyenlerden bıktım: "Çok çok iyi oynadık, oynanan oyundan müthiş keyif aldık, fakat ikinci olabildik". Bu oyunda önemli olan sonuçtur. Mourinho da bunu çok iyi bilen birisi.

Peki Real Madrid, Jose Mourinho'yla birlikte bu sene La Cibeles'e (Real Madrid'in şampiyon olduktan sonra kutlama yaptığı meydan) gidebilir mi?

Bilmiyorum. Az önce söylediğim gibi, Barça daha komple bir takım ancak Madrid'in kulübesi bir şekilde onlara avantaj sağlıyor. Bana göre üç kulvarda savaşıyorsanız teknik ekibin kuvvetli olması daha büyük önem teşkil ediyor.

Marcelo bu sezon müthiş bir performans sergiliyor. Katılıyor musunuz?

Tabi ki. Onu Baldini ve Mijatovic'le birlikte izleyip almaya karar vermiştim. Antrenmanlara çok önem veren ve iyi çalışan bir oyuncu, her geçen gün daha iyiye gidiyor. Yetenekli oyuncuların bu kadar hızlı sürede gelişim sergilemesi çok önemli. Bazı oyuncular belli bir noktada tıkanabiliyor. Bana göre futbolda beklerin önemi çok büyük. Atağa çıktıklarında daha fazla boşluk bulabiliyorlar ve önemli sürprizlere imza atabiliyorlar. O yüzden çok kaliteli olmaları lazım. Marcelo'da da bu fazlasıyla var.

Siz olsanız onu sol kanatta mı yoksa orta sahada sol iç mevkisinde mi oynatırdınız?

Ben sol kanatta oynatırdım. Öyle de yapmıştım zaten. Orta sahanın ortasında daha yavaş biriyle de idare edebilirsiniz ancak onun gibi hızlı bir oyuncuyu orta alanın ortasına koymak kalitesine ters düşer.

Peki ya Sergio Ramos? Defansın sağında mı daha iyi yoksa, içte oynadığı zaman mı?

Ne büyük bir yetenek! Tutkuyla savaşarak oynayan müthiş bir oyuncu. Bana göre dünyanın en iyi kanat oyuncularından biri. Tam bir profesyonel. Sağ kanadı direkt ona verirdim.

Ronaldo'nun futbolu bırakması hakkında ne düşünüyorsunuz? Birlikte çalışmıştınız ve her zaman aranızın pek iyi olmadığı söylenir.

Gol atma yeteneği olarak birlikte çalıştıklarım arasında en iyisi. Umarım röportajı Marco Van Basten okumaz (Gülüyor). Onun hakkında daha fazla söyleyeceğim bir şey yok.

Pepe'nin sözleşmesinin yenilenmemesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Olağanüstü bir defans oyuncusu. Dünyanın en iyilerinden biri. Bana göre Real Madrid'in tam da ihtiyacı olan oyuncu ve Mourinho'nun onu yollamaması gerekiyor.


Real Madrid'le geçirdiğiniz ikinci etaptan aklınızda kalan en güzel anılar neler? "O anı umutamadım" cümlesini ne için kullanıyorsunuz?

Bir anı seçmem çok zor. Mesela 12 maçlık galibiyet serimizi unutamıyorum. Oyuncularım, ben ve yardımcılarım her maça final maçıymış gibi hazırlanmıştık. Barcelona'yla 3-3 berabere kaldıktan sonra soyunma odasında çok sinirliydim. Sadece, "Beş puan önümüzdeler, bundan sonraki her maçı Şampiyonlar Ligi finaliymiş gibi oynayacaksınız" dedim ve odadan çıktım. Onlar da öyle yaptılar. Şampiyon olduk.

Size göre Real Madrid ve Barcelona'yı kulüp bazında farklı kılan unsurlar neler?

Barcelona'nın oyun tarzı müthiş futbol madeni La Masía'dan geliyor. Futbolcular en üst seviyeye gelene kadar belki de bir milyon kere test ediliyor ve öyle sahaya sürülüyor. Real Madrid'in felsefesinde ise sadece kazanmak var. Eğer sahada her sene kupa kazanan bir takım yoksa bir şeyler ters gidiyor demektir.

Ancak Real Madrid'in eski başkanı Ramon Calderon, kupa kazanan bir takım yaratmanıza rağmen sizi görevden aldı. Biraz bencilce davrandığını düşünüyor musunuz?

Bakın, hepimiz Madrid'de çok etkileyici bir sezona imza attık. Buna saygım çok fazla. Ancak Ramon Calderon futbolu çok az bilen birisidir. Kulübün daha iyi bir teknik direktörden ziyade daha iyi bir başkana ihtiyacı olduğunun farkında değildi. Hiçbir zaman Real Madrid başkanlığı yapabilecek düzeyde birisi olduğuna inanmadım.

Real Madrid camiasına genel olarak bu sezonla ilgili bir tavsiyede bulunmak ister misiniz?

Benim vereceğim herhangi bir tavsiyeye ihtiyaçları yok. Ne yapmaları gerektiğini iyi biliyorlar. Bana göre her şeyi başarabilecek kapasiteleri var.

Vicente Del Bosque hakkında neler düşünüyorsunuz?

Vicente... Dost... Müthiş bir dost! Birlikte daha önce çalıştığımız için çok memnunum ve hedeflerinin hepsini gerçekleştirmiş olmasından dolayı onunla gurur duyuyorum. Hem milli takımla hem de Real Madrid'le yapabileceğinin en iyisini yaptı. Ne az, ne fazla: kazanmak için doğmuş.

Bu sezon bir çok Arsenal maçı canlı izlediniz, sizce Barcelona'yı geçebilecek güçleri var mı?

Çok enteresan bir eşleşme olduğunu söyleyebilirim. Arsenal'in bir gollük avantajı olduğu ortada ancak Barcelona'yı Nou Camp'da durdurmak daha zor olacaktır. Çok ilgi çekici bir maç olacak. Ben de canlı olarak izlemek için Barselona'ya gideceğim.

Gözünüzü kapadığınızda Cesc Fabregas'ı gelecek sezon hangi takımın formasıyla görüyorsunuz?

Ben kendisini Londra'da görüyorum. En azından bir sezon daha. Çok karmaşık bir durum söz konusu. Ön görmek imkansız.

Raul'un Schalke'deki performansı?

Raul çok büyük bir futbolcu. Gençlere profesyonellik anlamında örnek olarak gösterilecek cinsten. Bundesliga'da mutlu görünüyor ve daha da önemlisi gol atıyor. Valdebebas'daki ufak çocuk uzun zamandan beri ilk kez futbola bu kadar aç. Schalke'nin doğru adama doğru yatırımı yaptığını söyleyebilirim.

Peki Fabio Capello, FIFA'nın Altın Top ödülünü kime verirdi?

(Kararsız kalıyor) Sanırım üçüne birden verirdim. Messi, Xavi ve Iniesta. Bu konu hakkında fazla polemik yapıldı ancak işin gerçeği üçü de bu ödülü hak etti. Ancak Messi'nin alacağını tahmin etmemiştim. Xavi ve Iniesta geçen sene Messi'nin kazanamadığı Dünya Kupası'nı da aldılar. Eğer 2002'den sonra Oliver Kahn, 2006'dan sonra da Fabio Cannavaro'ya bu ödülü veriyorsanız, yine Dünya Kupası'nı kazanan adamlardan birine vermeniz gerekir. Bu üçlü dışında Sneijder de listede olabilirdi. Serie A, İtalya Kupası, Şampiyonlar Ligi ve Dünya Kupası finalisti... Etkileyici bir künye.

Son olarak İngiltere milli takımında işler nasıl gidiyor? David Beckham kadroya alınacak mı?

(Gülüyor) Ben de bu soru ne zaman gelecek diye bekliyordum! David müthiş bir adam, onu takımında olmasa bile her zaman yanımda görmek isterim. İşler şu anda oldukça iyi gidiyor. Avrupa Şampiyona'sına hazırlanıyoruz. Önümüzdeki ay Galler'le bir maçımız var ve ona calisiyoruz. Herkesin kendi takımlarında formda olması beni mutlu ediyor.


(İspanyolca bilenler röportajın ufak bir bölümünü Marca'nın internet sitesinden orijinal dilinde okuyabilirler)

8 Şubat 2011 Salı

Etme uşağum

"The Brozek Brothers"
Son haftalarda Süper Lig gerçekten de oynanan futbol bakımından "aşure gibi", saha dışındaki olaylar bakımından da "acayip kafalarda" seyir ediyor. Beşiktaş ve Galatasaray'ın şampiyonluk yarışından koptuğunu artık gün gibi aşikar. En çok dikkatimi çeken durum ise lider Trabzonspor'un son üç haftadır galibiyet yüzü göremiyor olması. Şampiyonluğa oynayan takımlarda devre arasında yapılan transferler hem şarttır hem de riskli. Devre arasından sonra oynanan maçlarda form düşüklüğü olması normal bir durum. İşte bu yüzden alınabilecek galibiyetler biraz da yeni gelen ve kendisini göstermeye çalışan transferlerin ayağına bakıyor. Şampiyonluğa oynayan takımlardan Fenerbahçe'yi bir kenara ayırırsak aslında Trabzonspor'daki düşüşün sebebini de yapılan yeni transferler bağlamında görmüş oluruz. Örneğin Bursaspor devre arasında kadrosuna Jozy Altidore ve Kenny Miller gibi isimler kattı. Miller iki maç oynamasına rağmen attığı iki golle takımını galibiyete taşıdı ve diğer futbolcuların form düşüklüğüne rağmen Bursaspor son haftaları galibiyetle kapadı. Eğer Bursaspor önümüzdeki haftalarda Altidore'u da kadroya olumlu bir şekilde entegre edebilirse, yerli oyuncuların da form tutmasıyla Bursaspor yukarıya doğru iyi bir ivme yakalayacaktır. Kayserispor da aynı şekilde ufak bir form düşüklüğü yaşasa da bu haftalarda yeni gelen Nordin Amrabat ve Emir Kujovic takımı ayakta tutan isimler oldular. Trabzonspor'da ise Brozek kardeşler'den Pawel sadece beş dakika şans bulabilirken Piotr henüz hiç forma şansı bulamadı. Tabi ki bu iki oyuncu kendilerini uzun vadede ispat edebilirler ama bildiğiniz gibi tarih biraz da tekerrürden ibaret. Umarım Sadri Şener 1993 senesinde yaptığı hatayı tekrarlamamıştır:

"Anladın sen onu" (Temsili)

O günden bugüne


Yukarıdaki fotoğraf 2003 yazından kalma. Liverpool teknik direktörü Gerard Houllier basına yeni futbolcularını tanıtıyor. Futbolcular soldan sağa doğru Florent Sinama Pongolle, Steve Finnan, Harry Kewell ve Anthony Le Tallec. Hiçbiri de Liverpool kariyerini istedikleri gibi tamamlayamadı. Sinama Pongolle ve Le Tallec, 2001 yazında Le Havre takımından transfer edilmiş, iki sezonun ardından "A takıma" yükselmişlerdi. Le Tallec kariyerini sağa sola kiralanarak geçiren bir oyuncu ve Liverpool'da neredeyse hiç şans bulamadı. Sinama Pongolle ise ona nispeten daha fazla şans bulsa da Emile Heskey, Milan Baros ve Peter Crouch gibi adamların arkasında her zaman ikinci adam oldu. Bir nevi bugün yaşanan N'Gog sendromu gibi bir şey. Harry Kewell malumunuz, sakatlıklardan başını kaldıramadı, her ne kadar Şampiyonlar Ligi kazanan kadronun elemanı olsa da, inişli çıkışlı formu nedeniyle hiçbir zaman Liverpool taraftarının gözüne girmeyi başaramadı. Steve Finnan ise Fulham'da yakaladığı formunu Merseyside'a tam anlamıyla taşıyamayınca bir anda kendini Katalunya'nın karanlık tarafında buldu.

Efsaneler giderken...


Marca gazetesi bildiğiniz üzere Madrid medyasının sporun etrafında şekillenmiş hali. Daha doğrusu Real Madrid etrafında şekillenmiş hali. Her gün ortalama 50-55 sayfa arasında basılan gazetede en az 10 sayfa Real Madrid'e ayrılmış durumda. Devamında ayıp olmasın diye Atletico Madrid'e de 2 sayfa ayırıyorlar. Arkasından da La Liga haberleri, basketbol ve amatör sporlar geliyor. İşte bugün o "La Liga haberleri" başlığı altındaki sayfalardan birini okurken gerçekten içim acıdı: "Manuel Pablo ve Valeron veda ediyor"

Bu iki isim Deportivo'nun 1999-2000 sezonunda La Liga şampiyonu olan kadrodan geriye kalan iki futbolcu. Nasıl ki Galatasaraylı taraftarlar UEFA kupasını kazanan kadrodan geriye kalanları bir bir saydı ve Hasan Şaş'la birlikte bu devir kapandıysa, aynı duyguları şimdi Deportivolu taraftarlar yaşıyor. O meşhur Deportivo kadrosunda hatırladığım kadarıyla Roy Makaay, Flavio Conceiçao, Pauleta, Noureddine Naybet, Donato, Djalminha, Slavisa Jokanovic, Jaime Sanchez, Lionel Scaloni ve Gabriel Schürrer gibi isimler de yer alıyordu. Valeron ve Manuel Pablo isimleri o dönem kadronun genç isimleri arasında anıldığı için genelde şampiyon bitirilen sezonda yedek kulübesinde oturuyorlardı. Ancak o şampiyonluğun ardından kadroya katılan Diego Tristan'lı dönemde sırtlarına geçirdikleri Deportivo formasında ilk 11'deki yerlerini bu sezona kadar hiç kaybetmemişlerdi. Bu sezon teknik direktör Manuel Angel Lotina sağ bek mevkisinde Laure'yi oynatmaya başlayınca önce "kaptan" Manuel Pablo, ardından da "Andres Guardado'yla beraber oynayınca takım fazla ofansif oluyor" eleştirileri altında Valeron, o sezonun ardından ilk kez yedek kulübesine mahkum oldular.

Dün birlikte basının karşısına geçen ikili, sezon sonu futbolu bırakacaklarını açıklarken düşünceleri de şöyle oldu:

Manuel Pablo: "Yaklaşık 13 sezondur bu kulübün bir parçasıyım. Las Palmas'dan ilk geldiğimde bana basit bir adalı gözüyle bakanlar bugün takım kaptanı olarak size veda konuşması yapacağımı hiç tahmin etmiyordu. Her  zaman çok çalıştım. Deportivo için en doğrusu neyse hep onu yapmaya çalıştım. Gerek takım içinde gerek özel hayatımda gençlere iyi bir örnek olduğumu düşünüyorum. Herhangi bir oyunun en üst seviyesinde yıllarca oynamak kolay değildir. La Liga da futbolun en üst seviyesi ve yıllarımı bu seviyede geçirdim. Fiziksel olarak yorulduğumu hissediyorum. Takımda iyi ve genç olan oyuncular var. Önümüzdeki sezondan itibaren onların şans bulması daha doğru olacak"

Juan Carlos Valeron: "Bana her zaman sordular 'Neden daha büyük bir kulübe gitmiyorsun' diye. Nedeni basit, onca teklif almama rağmen hiçbir kulüp bana Deportivo'dan daha iyi koşulları sağlayabileceğinin garantisini veremedi. Real Madrid'den de teklif aldım Barcelona'dan da. Ancak oralarda medya baskısı çok büyük. Deportivo bana çok sahip çıktı. Koca bir sezonu sakat geçirmeme rağmen, basın bana 'bitti' gözüyle bakarken bana ikinci şansı verdiler. İspanya milli takımında bu olmadı. Basın beni fazla eleştirdi. İspanya milli takımıyla olan zamanlarımı da iyi olarak hatırlamak isterdim ancak gittiğim iki Dünya Kupası'nda da basın beni 'günah keçisi' ilan etti. Deportivo'da küme düşmemeye de oynarken, şampiyonluğa da oynarken hep aynı saygı ve sevgiyi gördüm. Çünkü insanlar elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığımı biliyordu. Kariyerim biraz şüpheli gibi. 'Daha iyisi' olabilir miydim? Zannetmiyorum. Sanırım benim için en iyisi futbolu 'Deportivolu Valeron' olarak bırakmak"


Sanırım bu da futbolun bir parçası. Bir dönem insanlar sizi "Dünyanın en iyisi" diye nitelendirirken, gün geliyor sessiz sedasız ait olduğunuz yerden uzaklaşıyorsunuz. Bu adamlar imkansızı başarıp bir kasaba takımını şampiyon yapanlardan. İlk maçta 4-1 Milan'a yenilip, rövanşı 4-0 alanlardan. Bu adamlar bir nevi La Liga tarihi. Sonuç olarak daha dört ay var La Liga'nın bitmesine. Olur da NTV Spor ekranlarında Deportivo maçına denk gelirseniz ve Manuel Pablo'nun sağ kanatta hızla akarken birden içeri kestiği ortalardan biri ya da Valeron'un ara paslarından biri gözünüze çarparsa bu gülümsemeniz için ufak bir neden olsun.