14 Eylül 2010 Salı

Futbolu yaşayan bir ülkede olmak...


Daha önceden de belirttiğim gibi artık Madrid'deyim. Geleli daha iki hafta olmasına rağmen İspanya'nın futbolda hatta hemen hemen bütün spor dallarında neden bu kadar başarılı bir ülke olduğunu anlamak hiç de zor olmadı. Kaldığım bölge Madrid'in 30 km. dışarısındaki Villaviciosa kasabası ve nüfusu 20 bin kişiyi bile bulmuyor. İstanbul ise 20 milyon kişiyi aşmış dev bir metropol. Sadece Şişli ilçesi bile Villaviciosa'nın 20 katı. Sporla ne alakası mı var? Hemen anlatayım; buradaki ilk günümde ev sahibimle sohbet ederken kasabada spor yapma imkanlarının ne olduğunu ve nasıl spor yapabileceğimi sordum. Aldığım cevap oldukça enteresandı, "Buradaki her üç parselden birinde iki futbol sahası, iki tenis kortu, iki de basket sahası var. Ama atletizmle veya yüzme yapmak istiyorsan kasabanın merkezine (bulunduğumuz yerden sadece 10 dakika uzaklıkta) inmen lazım". Bu cevabı aldıktan sonra ufak çaplı bir şok geçirdim ve adama "parsel" derken ne demek istediğini sordum, cevabı tahmin ettiğimden daha da şaşırtıcıydı: "Yani burada üç ev başına iki futbol sahası, iki tenis kortu ve iki basket sahası düşüyor". Bilmem farkında mısınız ama koskoca Şişli'de halı sahaları ve çocuk parklarındaki çakma egzersiz aletlerini çıkartırsanız halkın kullanabileceği herhangi bir kamusal spor alanı bulunmuyor. İşte hep soruyoruz ya, "Küçücük ülkeden Sergio Ramos'lar, Rafael Nadal'lar, Pau Gasol'lar nasıl çıkıyor?" diye, işte cevabı burada saklı. Maalesef Türk insanı spor yapmayı sevmeyen bir anlayışa sahip. Tabi ki bunda halka spor yapma imkanlarını sunmayan devletin de payı çok büyük.


Geçen hafta Real Madrid - Osasuna maçındaydım. Osasuna tribünlerinde oturuyordum ve ortama ayak uydurabilmek için kendi çapımda tezahüratlara eşlik edip, "doğuştan Osasuna'lıymış gibi" hop oturup hop kalkıyordum. Bir pozisyonda Masoud kendine atılan pası kontrol edemedi ve top taca çıktı, ben de Osasuna'lıymış gibi sinirlenip bağırınca yanımdaki Osasuna'lı beni şöyle uyardı: "Dikkat ettin mi bilmiyorum ama Masoud oyuna ısınmadan girdi, bu tip pozisyonlarda ısınmamış oyuncularda konsantrasyon kaybı olur ve bu hatalar normaldir".  Adam bu cümleyle başlayıp bana aşil tendonundaki sakatlıkların ne denli tehlikeli olduğundan, baldırlardaki kasların yeteri kadar ısınmadan çalışması halinde kramp girmesi olasılığının ne kadar fazla olduğuna kadar bir dizi bilgi aktardı. Bu arada adam fizyoterapist filan değil, bildiğin Osasuna'lı manav! Sadece bir dönem triatlon yapmış ve bu bilgileri spor yaptığı dönemde elde etmiş. Yani bizim millettin oturduğu yerden, "Ulan Sabri iki koştun hemen yoruldun" diye bağırması normal. Çünkü spor yapmamış, bilmiyor neyin ne olduğunu.


Maçtan bahsetmişken biraz da "esas olaya" gireyim. Santiago Bernabeu'ya gidip etkilenmemek mümkün değil. Biz müzemizdeki tek UEFA kupasıyla övünürken, bir bakıyorsun adamlar müzeye yan yana dokuz tane Şampiyonlar Ligi kupası koymuşlar. Gheorghe Hagi'nin "unutulmaz futbolcularımız" duvarında yer alması, bir Galatasaraylı olarak insanın içini ayrı bir mutlu ediyor. Tabi aynı duvarda Roberto Carlos ve Guti'nin de olduğunu belirtelim. Taraftar konusuna gelince Real Madrid beni oldukça hayal kırıklığına uğrattı. Sadece stadın güneyindeki kalenin arkasındaki 100 kişilik ultras grubu maç boyunca bağırıyor, geri kalan ise şımarık taraftar modeli. Maç boyunca resmen 20 kişilik Osasuna taraftarının (biri de benim düşünün) daha çok sesi çıktı. Tabi ki store ve marketing konusunda laf edemeyiz. Adamlar zaten endüstriyel futbolun bir numaralı sembolü. Adamın marketing'ine laf edersen sana Ronaldo formasını ters giydirir valla. Haftasonu Vicente Calderon'dayım bu sefer. Ait olduğum yerde de diyebilirim. Forlan forması hazır. Dolapta maç saatini bekliyor. Pazartesi günkü postta umarım Barcelona'nın Hercules'ten sonra Atletico'ya da yenilerek nasıl bir düşüş içine girdiğini yazıyor olurum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder